25 Ağustos 2011 Perşembe

Iyiler er ya da geç kazanır

Uzun süredir yazmıyordum, lig başlayana kadar da yazmayı düşünmüyordum, yazacak bir şey olmadığından değildi bu hareketsizlik, sadece biraz geri çekilip daha dingin bir biçimde izlemek içindi yaşananları. Ama dün yaşanan en hafif tabiriyle skandaldan sonra yazmak şart oldu.


Dünkü kararla ilgili nereden başlayacağımı bilemiyorum. 3 Temmuz’dan beri yaşanan hukuksuzlukları ayrıntılı anlattık, dün yaşananlara ise yine dünden başlayalım.

24 Ağustos sabahı Associated Press’in geçtiği haberde, “Şike soruşturmasına rağmen Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi kura çekiminde yer alacağı” bildiriliyordu. Ajans haberi UEFA Genel Sekreteri  Gianni Infantino’nun konuşmasından aynen şu şekilde veriyordu:

"Turkish champion Fenerbahce takes its place despite being under suspicion in a widespread match-fixing investigation at home. UEFA has promised that any club found guilty of corrupting matches will be kicked out of its marquee competition and have its results wiped from the record. UEFA is working very hard behind the scenes to ride the game of these threats'' general secretary Gianni Infantino said at the playoffs draw this month. ''We will not hesitate to prosecute any individual, any official or any club.”

Tabii ki QTM, bu haberin asıl önemli kısmını atlayıp, UEFA’dan Fenerbahçe ile ilgili şok istek gibi kendinden beklenecek şekilde haberler yaptı, hatta Hürriyet gazetesi haberin altına İngilizce metni mikroskopla görünecek kadar küçülterek koydu sonrasında o kısmı da kaldırıp sadece kendi metinlerini bıraktı.

24 Ağustos sabahı UEFA Genel Sekreterinden bu açıklama gelmişken, TFF’nin yangından mal kaçırır gibi tam da UEFA’nın mesai saati biterken men kararı alması manidar.

TFF, UEFA’nın, şikeden ceza almış (şüpheli değil alenen suçlu yani) İtalyan ve Portekiz kulüplerine hiçbir yaptırım uygulamayan UEFA’dan bahsediyorum, tehditlerine boyun eğdi. Ya da aradığı fırsatı buldu mu demeliyiz?

O zaman sorarlar, 15 Ağustos’ta elimizde yeterli delil yok, iddianameyi bekleyeceğiz diye karar alırken, 9 günde ne değişti de Fenerbahçe’yi alenen suçlu ilan ettiniz? 24 Ağustos sabah UEFA Genel Sekreteri, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi kura çekimine katılacak diyor, MAA, Cumhurbaşkanı ile görüşüyor, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanımız "uluslararası kurumları dikkate almalıyız” mealinde bir şeyler söylüyor, bir bakıyorsunuz TFF, UEFA bizden talep etti diyerek men kararı alıyor!

MAA, çıkmış TV’ye “öyle böyle değil durum çok vahim” diyorsa, yine sorarlar o halde niye 15 Ağustos’ta küme düşürmediniz? Ayrıca, yine sorarlar, bu soruşturmada sadece Fenerbahçe mi var? Başkan’ı hakkında yurt dışı çıkış yasağı getirilmiş, adli kontrol hükümlerine göre şimdilik kaydıyla serbest bırakılmış takım şikeden yargılanmıyor mu? Ayrıca, “Nüktedan”ın takımı ile Asbaşkanı ve Teknik Direktörü metris’te yatan takım Avrupa Ligi maçlarına çıkarken sorun yok da Fenerbahçe’ye gelince mi sorun oluyor? Bu adamlar Metris’e tatile mi gittiler? Şampiyonlar Ligi UEFA’nın da Avrupa Ligi papazın çayırındaki renkdaşın ifade ettiği gibi Tapu Kadastro’nun organizasyonu mu?

Sorulara devam ediyoruz:

UEFA’nın elinde eğer yeterli derecede kanıt ve belge varsa, neden bizzat karar almıyor da bunu ya Fenerbahçe’den ya da TFF’den istiyor? Fenerbahçe’den katılmama kararı almasını bekleyerek suçu üstüne almasını istemek hangi aklı evvelin düşündüğü bir uygulamadı? Elde belge varsa neyin pazarlığı yapılıyor? UEFA’nın gönderdiği Cornu denen zat, nasıl oluyor da, Etik Kurulu’nun günlerce inceleyip yeterli delil bulamadığı dava ile ilgili savcı efendi ile 1,5 saat görüşerek bir kanaate varıyor? UEFA, CAS’tan kendilerini CASıcı bir karar çıkması ihtimaline karşı bedeli çok yüksek olacak maddi ve manevi tazminat davalarını TFF’nin üstüne mi yıkmaya çalışıyor? Kendi ülkelerinde mahkemelerce suçlu bulunup mahkum edilen Milan ve Porto hakkında hiçbir işlem yapmayan UEFA, sıfır tolerans zırvasını ve asıl yüzünü gizlemek için korkak ve omurgasız TFF’yi kullanarak dünyaya biz şikeyle mücadele ediyoruz mesajı mı vermeye çalışıyor? TFF, kendi eylemlerini savunmak ve kendi kulüplerini korumak yerine, UEFA’nın maşası olmayı nasıl içine sindirebiliyor ve bu omurgasız yönetim nasıl hala orda oturabiliyor? 15 Ağustos’ta “hiç kimse istedi diye bir takım kararlar alacak değiliz” diyen, üzerinden on gün geçmeden “UEFA istedi biz de bu kararı aldık” diyenler nasıl bir ruh halindedir? “UEFA yetkilileri herhangi bir belge görmedi sadece medyayı takip ederek bize bu telkinde bulundular” açıklaması aslında tüm hukuksuzluğu açıklamamakta mıdır? UEFA’nın, iddianamesi dahi yazılmamış bir dava ile ilgili sadece savcı ile görüşerek ve sadece basında yer alan haberlere bakarak karar verdiği bugüne dek görülmüş müdür? Neden TFF, UEFA’nın kendi karar almasına izin vermeyerek, savunma hakkımızı elimizden alıyor? Şampiyonlar Ligi’ne katılacak kadar temiz olmayan Fenerbahçe nasıl oluyor da 9 Eylül’de başlayacak pür-i pak liginize iştirak etme hakkına sahip oluyor? O halde şunu derler adam olana, sen ya 15 Ağustos’ta elinde delil olmasına rağmen düşürme kararı veremeyip eyyam yaptın, ya da aslında bir şey yok ama İtalya ve Portekiz federasyonlarına hiçbir şey yapamayan UEFA’dan korktun, Fenerbahçe’yi UEFA’nın şikeyle mücadele senaryosuna kurban verdin. Her iki durumda da onurlu haysiyetli kişilerin yapacağı şey istifa etmektir.

TFF YK üyesi Beşiktaşlı Hüsnü Güreli’nin, “sayemde Beşiktaşlı da kurtardık” sözleri aklımızda, 15 Ağustos’ta kargaları 24 Ağustos’ta Şampiyonlar Ligi’nin marka değerini kurtarıp, Fenerbahçe’yi kesin olarak mahkum mu ettiniz? Eğer kararınız bu yöndeyse, yayıncı kuruluştan icazet alıp kararınızı açıklayabilecek misiniz? Daha ne kadar bu tiyatroyu oynamayı sürdüreceksiniz? Örtülü ödeneklerden gönderdiğiniz paralar, siyasilerin tüm çabaları şampiyon yapmaya yetmedi de doğrudan Fenerbahçe’den haklarını alıp ts’yeı göndermeye mi başladınız?

MAA çıkmış “aldığımız kararın doğru olduğuna inanıyoruz” diyor, o halde ortalık kabadayısı gibi artistlik yapacağına azıcık yüreği varsa CAS’ın yargılama yetkisini tanısın, kararını CAS’ta savunsun.

Elbet bir gün hesap sorulacak ve şunu bilin ki o güne kadar bize de huzur yok size de… Elbet bir gün, kendilerinden istenen belgeleri dahi teslim edemeyen ancak her fırsatta yurtdışına jurnalcilik yapan kulüplerin botokslu başkanlarından; yurtdışına çıkış yasağı varken kendi takımının maçına dahi gidemeyen “Nüktedan”lardan; görüyorum ki Fenerbahçe taraftarı ders almamış diyenlerden; 19 maçta şike var diye açıklama yapıp kendini hakim zanneden şizofrenlerden; kozmik odalardan klasörleri sızdıran mahluklardan; soruşturmanın gizliliğini korumak temel görevi iken gizliliğinin ırzına geçilmesine rağmen görevini yapmayıp Aziz Başkan’a laf yetiştirenlerden; kişisel husumetleri nedeniyle yapılanlara sessiz kalan, Aziz Yıldırım giderse bize bir şeyler düşer diye bekleyen leş kargalarından; Aziz Başkan dışarıdayken 200 metre öteden esas duruşa geçip, içerdeyken kabadayı kesilen kabzımallardan; örtülü ödenek paralarını ts’ye yediren süper saç modellilerden; Fenerbahçe direndi böyle oldu deme cüretini gösterebilenlerden; QTM’den, kısacası Fenerbahçe nefretiyle gözü dönmüşlerden hesap sorulacak…

QTM ile ilgili yazının sonuna Hz. Ali’den muhteşem bir söz yazmıştık, bugün geldiğimiz noktada bu sözü yukarıda saydığımız diğerlerine de teşmil ederek tekrar edelim: ”Her derde deva bulunur. Lakin ahlâksızlık illetini iyi edecek bir ilaç yoktur.”

Peki, Fenerbahçelilere düşen görev ne: atkılarınızı bayraklarınızı alın formanızı giyin çıkın sokağa, taşkınlık yapmadan, en zor gün bugünse, bugün de inadına FENERBAHÇE diye haykırın, Darağacında olsak bile son sözümüz FENERBAHÇE deyin Aziz Başkan gibi ve şu tezahüratı haykırın:

Aşkınla oldum derbeder,
Bu sevgi bir ömre bedel,
Fenerbahçeli olmanın
Gururu bizlere yeter…

Sonra onlar düşünsün, çünkü iyiler er ya da geç kazanır…

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Her derde deva bulunur. Lakin ahlâksızlık illetini iyi edecek bir ilaç yoktur.

Son bir haftadır tatildeydim, tatile giderken internete girmeyeceğime, gazete okumayacağıma, kendini haberci ve gazeteci zannedenlerin hiçbirini izlemeyeceğime kendi kendime söz vermiştim. Tatil boyunca da, QTM ile ilgili yazıyı tatil öncesi yetiştiremediğim için hayıflandım, ama tatil öncesi yazmamak isabet olmuş, QTM ve en kaliteli mensupları bu hafta da kendilerini aşmışlar…

Bu son gelişmeler sonrası QTM ile ilgili yazı biraz daha uzayacak, sabırla okursunuz inşallah.

QTM, Türk futbol literatürüne Kara Lale Pierre tarafından kazandırılmış bir kavram. Bugüne kadar Türk spor basınını bu kadar ince bir ironi ile eleştirebilen ve tanımlayan bir sözü kimse edememişti. Bizden olmayan biri basınımızı en iyi tanımlayan kelimeleri seçmişti aslında.

Her sezon başında yüzlerce futbolcuyu transfer eden QTM, bu haberlerine henüz başlamıştı ki, 3 Temmuz günü nur topu gibi şike dosyaları oldu. Her gün yalanlarını ortaya döken, kulüp ile aralarına mesafe koyan, UEFA’nın basın ile ilgili kurallarını sıkı sıkıya uygulayan ve basın ile futbolcular arasına duvar ören, Türk futbolundaki her türlü kirli işin arkasındaki !!!??? Aziz Yıldırım’dan intikam alabilmek için gün doğdu QTM’ye.

Başkan dışarıdayken korkusundan uyuz kedi moduna giren tüm mensupları, bir anda kaplan oluverdi. Savcı oldu, hakim oldu, TFF Başkanı oldu, UEFA Başkanı oldu, küme düşürdü, kalemi kırdı…

Ancak günler geçtikçe, yalanlar ortaya dökülmeye, engizisyonlarının foyası ortaya çıkmaya başladı.

İlk günler heyecanla "Emenike’nin bavulla para sayarken görüntüleri var” diyen QTM, bugün 3 porsiyon dönerden, 2 top dondurmadan medet umar hale geldi. Biz ise hala Emenike’nin para sayarkenki görüntülerini bekliyoruz.

Bir de Mehmet Yıldız olayı vardı. QTM’de çarşaf çarsaf haberler: “Ben oraya gol atmaya gitmedim ki! Fener’i şampiyon yapmaya gittim”. Sonuç; Mehmet Yıldız mahkemeye bile çıkartılmasına gerek görülmeden serbest…

Aziz Yıldırım’ın Eskişehirspor soyunma odasını basarak, “böyle oynarsanız sizi yeneriz” diye yenilme taktiği verdiğini de günlerce büyük bir iştahla yazan QTM, Eskişehirspor Yönetim Kurulu üyelerinin konuyla ilgili açıklamalarını niye haber yapmadınız acaba, o sırada Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe nefreti ile gözleriniz kör müydü yoksa yine?

Hakkında herhangi bir hukuki karar olmayan Aziz Yıldırım’ı hastanede atletle görüntüleme, gözaltına alınış anını gösterme, emniyetteki resmini yayınlama suretiyle onu itibarsızlaştırma ve Fenerbahçe’yi düşürmek için federasyonu baskı altına alma hususlarında, 35 gündür alkışlanacak bir çaba içerisinde QTM. Gereken yapılsın, suçlular hemen cezalandırılsın diye 35 gündür yırtınıyorlar. Adam gibi çıkıp "Fenerbahçe hemen düşürülsün, hatta kapatılsın” demeye cesaretleri yok; “adalet” kelimesinin ardına saklanarak TFF’ye baskı yapmaya çalışıyorlar. Adam olsalar, azıcık şerefleri olsa açıkça söyleyecekler: “Derdimiz temiz futbol falan değil, Fenerbahçe düşsün yeter, düşürülsün ve dava hemen kapatılsın!” Papazın çayırında bir arkadaş sormuştu, oradan teşekkürlerimle alıntılayayım “Hayırdır, ne aceleniz var?”.

QTM büyük gayretlerle, "Ellerinde kanıt olmasa Aziz Yıldırım’ı nasıl içeri alırlar abi" algısını yarattı. Bizim ilkel dönem insan beynine sahip toplum da bunu yedi, anladık. Binbir köşeden, yandaşınızla, yalakanızla kalemi kırdınız, infazı yaptınız. Şike varsa ispat isteyen, gerçeği ortaya çıkarmak için soru soran bizlere “azgın saldırgan fanatikler” diyorsunuz bunu da anladık da pek kaliteli QTM mensupları şu çok sağlam kanıtlarınızı bir gösterseniz de, sizin de iddia ettiğiniz gibi ligi son 10 hafta nasıl nakış gibi işlediğimizi bir görsek, bir anlasak, kafamızda hiç soru işareti kalmasa küme düşürülmemize ilişkin...Çok şey istemiyoruz, sadece ve sadece bağıra çağıra var olduğuna yemin ettiğiniz, biz izledik bu görüntü Fener’i bitirir dediğiniz Emenike’nin para sayma görüntülerini bir yayınlasanız da, biz de bir sussak, nasıl olur acaba?

2 hafta önce cezaevindeki oyuncuların hangisinin çaycı, hangisinin meydancı, hangisinin koğuş ağası olduğunu büyük bir zevkle anlatırken, “biz istemiyoruz ama gördüğümüz belgeler çok açık, yazık oldu Fener’e kesin düşecek” diye yazarken, Galatasaray’a bile teşvik primi gönderdiğimizi iddia ederken, Lağımsuyunu, Gargameli, Dobermanı, Fatih Terim’in hayatının tek doğru lafını ettiği Bıyıklı’yı havlatırken şunu anlamıyorsunuz. Fenerbahçe sadece bir spor kulübü değil, bizlerin sevdası, genlerimize kodlanmış bir sevda, evladımıza miras bir sevda… Ve siz, şunu da bir türlü anlamıyorsunuz, bir gün gelecek bu ahlaksızlıklarınızın faturasını ödeyeceksiniz.

Şimdi TSYD çıkmış, Shaktar maçında basın mensuplarına yapılan saldırıyı kınıyor, demokrasi falan diyor. Biz ne diyorduk.

“QTM’nin bile anlayabileceği dille ifade ettik: Biz sadece adalet istiyoruz.

Bir gün herkese lazım olacak adaleti istiyoruz. İleri değil normal demokrasilerde var olan, adil yargılanma, masumiyet karinesi gibi haklarımızı istiyoruz.

Ayrımcılık değil sadece adalet.

QTM’nin en kaliteli mensuplarının çığlıkları ile, TV’lerde yargısız infaz değil, mülkün temeli olan adaleti istiyoruz!"

QTM ne yaptı bu arada, ortada ne anayasa bıraktı, ne basın kanunu, ne basın meslek ilkleri. Şimdi TSYD’ye soruyorum. Siz, en kaliteli mensuplarınızın, Anayasayı, Basın Kanununu, kendi yazdığınız basın meslek ilkelerini çiğnediği bu 35 gündür, bir kere bile meslektaşlarınızı insafa davet mi ettiniz, bir kere bile, bu ilkelerin çiğnenmesini kınadınız da mı, Fenerbahçe taraftarını kınıyorsunuz. Siz kimsiniz? Saray soytarısı mı? Sizin o en kaliteli mensuplarınız kim oluyor da, Fenerbahçe taraftarına azgın saldırgan fanatikler diyebiliyor. Önce, bu ahlaksızları kınayın, TCK’nın soruşturmanın gizliliğine ilişkin 285/1 maddesini ihlal ettiğini açıkça ilan eden en kaliteli mensuplarınızdan hesap sorun, sonra gelip bizi yargılamaya kalkın…Başbakanımızın dediği gibi “Sevsinler sizi…”

Şike yapılmadığının ortaya çıktığı, yalanların gün yüzüne döküldüğü günün gelmesini, hesap gününün gelmesini bekliyoruz. Fenerbahçe nefreti ile gözü dönmüş, henüz iddianame bile ortada yokken, kendini savcı yerine koyarak suç delilleri bulmaya çalışan, kendini hakim zannedip karar alan, soru sorma refleksini tamamen yitirmiş, küme düşürülmesini bırakın Fenerbahçe kapatılsa gene tatmin olmayacak QTM’nin ve en kaliteli mensuplarının hesaba çekileceği günü bekliyoruz; çünkü o gün tövbe kapıları kapalı olacak, af olmayacak.

QTM ile ilgili yazıyı başlıktaki sözle bitirelim: ”Her derde deva bulunur. Lakin ahlâksızlık illetini iyi edecek bir ilaç yoktur.”

Velhasıl kelam, ahlaksız QTM’nin tedavisi yok…

28 Temmuz 2011 Perşembe

Sikeci Savcı, Hakim Emniyet

Sevdayı anlatmak, ona karşı  25 gündür yapılan saldırılara isyanı anlatmak zor ama bir yerlerden başlamak gerekiyor. Ben de, en duygusal yerden değil de, üniversite sıralarında hasbel kader aldığımız hukuk eğitimine dayanarak soruşturma sürecindeki hukuksuzlukları anlatarak başlamak istedim…En baştan hiç kıvırmadan şunu açıkça söylüyorum, eğer “adil yargılama” sonucunda suçlu bulunursak ceza neyi gerektiriyorsa uygulansın. Küçük beyinlilerin anlamadığı şu, “Biz Küme düşmekten Korkmuyoruz”, gerekirse gider bir yıl Anadolu turnesi yapar döneriz…Tek isteğimiz adalet, herkes için adalet…

Hadi başlayalım...Malum, hukuksuzluklar, 03 Temmuz günü başladı, o kara günde, teröristlerin davul zurnayla karşılanıp, sınır kapısına kurulan mahkemelerde yapılan jet yargılamalarla aklandığı güzel ülkemde, Başkanımız Aziz Yıldırımın evi 20 kadar polis ile basıldı…

Yapılan ilk açıklama Başkanımızın "Çıkar amaçlı silahlı suç örgütü kurmak, yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçlaması ile göz altına alındığı idi. (QTM’nin hukuksuzluklarını, linç kampanyasını başka bir yazı ile anlatacağım için burada sadece Savcı efendi ve mümtaz emniyetin hukuksuzluklarından bahsedeceğim)

06 Temmuz günü, mümtaz İstanbul emniyetinin tarihi açıklaması geldi, mümtaz emniyetimiz kendi işini unutmuş, hakim olduğunu düşündüğü bir şizofrenik ruh haline kapılarak çoktan hükmü vermişti bile.

“Yaz kızım, gereği düşünüldü;
Süper Lig ve Bank Asya 1. Ligi'nde toplam 19 maçta şike ve teşvik faaliyetlerinin gerçekleştirildiği tespit edilmiş ve delillendirilmiş olup, tüm bunların müsebbibi Fenerbahçe’nin küme düşürülmesine… Organize suç örgütlerine karşı geçmiş dönemde yürüttüğümüz ve birçok organize suç örgütünün çökertildiği başarılı operasyonlara, hassasiyetle ve titizlikle devam edilmesine, bu mücadelemizde vatandaşlarımızdan aldığımız büyük desteğin bizi son derece memnun etmesi ve motivasyon kaynağı olarak görülmesine...“

Aynı gün, (Aykut Kocamanın kimseyi şike olduğuna inandıramazsınız, herkes maçları izledi dediği gün) basına mümtaz emniyetçe bazı görüntüler servis edildi. Yüzü buzlanmış Aziz Yıldırım kapıyı açıyor, polisler eve giriyor, aramada silahlar ve Sedat Peker'in fotoğrafları bulunuyordu. Görüntüden edinilen izlenim Aziz Yıldırım'ın evinde Sedat Peker fotoğrafları ve ruhsatsız olduğu söylenen 8 adet silah çıktığı idi ancak sonradan anlaşıldı ki, ayrı evlere ayrı zamanlarda yapılan baskınlardaki görüntüler hiçbir açıklama yapılmadan birleştirilmişti. Mümtaz emniyetin neden böyle bir montaj olayına gittiği, en iyi montaj Oscar’ı adaylığı için mi bu yöntemi kullandığı hala belirsizliğini koruyor..

Emniyet yaratmaya çalıştığı algı ile Fenerbahçe’nin düşürülmesi için federasyona baskı yapmak konusunda ilk günden itibaren çabalıyor. Malum, çok çok sağlam delillerini onca şeyi servis etmelerine rağmen 25 gündür göremedik.

07 Temmuz günü, ne habersin ne de Türk isimli sitede bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğrafın yayımlayanların etik ve ahlaki değerleri, ilkeli gazetecilikleri ile ilgili daha sonra görüş bildiririz, şimdi bu fotoğrafı el altından sızdırarak, suçlu Aziz Yıldırım imajını yaratmaya çalışan, psikolojik harekata devam eden emniyete dönelim. Fotoğrafın yayımlanmasının ardından, hiç tahmin edilemeyen bir şey oldu, ülkesi işgal edildiğinde değil, işgal kuvvetleri komutanı Fenerbahçe’yi kapatmaya çalıştığında ayaklanan halk bir anda yeniden ortaya çıkmaya başladı, Fenerbahçelilerin tepkisi sonrasında, fotoğrafı sızdıran ancak kimsenin peşine düşmediği o şahıs için soruşturma başlatıldığı açıklanmak durumunda kalındı, 8 Temmuz’da göz altına alınan kişiye ne olduğu konusunda hiçbir açıklama yok, millet balık hafızalı olabilir ama biz Fenerbahçeliyiz, unutmuyoruz. Yeri gelmişken tekrar soralım, 20 gün önce göz altına alınan o polisle ilgili ne gibi bir işlem yapıldı?

10 Eylül, taraftarın ilk şoku atlattığı ve gücünü göstermeye başladığı gündü...1 hafta boyunca her türlü kirli senaryoyu dinleyen, her türlü pisliği gören taraftar gücünü göstermek için "Önce Yayla’ya Sonra Cadde’ye" sloganı ile toplandı, 100binler çalınan 2 şampiyonluk sonrası bir üçüncüsü çalınmaya çalışıldığı için değil, sevdalarına en ahlaksız, en kirli yöntemlerle leke sürülmeye çalışıldığı, çocuklarına miras bırakacakları sevdaları yargısız biçimde suçlu ilan edilmeye çalışıldığı için caddeye aktı. QTM yürüyüşü görmezden gelmeyi tercih etti, ahlaksızlığını sürdürerek… Mümtaz emniyet ise işin ciddiyetinin farkındaydı ve o tarihi emir yükseldi emniyet telsizlerinden; “gerekirse mermi kullanabilirsiniz”…

12 Temmuz günü olana ise skandal demek az kalır… Aziz Başkan hastaneye sevk edildiğinde mümtaz emniyet mensuplarınca ikamet adresi Metris olarak gösterildi. Dikkat edelim, henüz ortada tutukluluk kararı bile yoktu o gün! QTM’de yine yer bulamadı bu haber, sehven denildi geçiştirildi, SEHVEN…

Malum, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 157 nci maddesi uyarınca‚ soruşturma gizli,  gizliliğin ihlali ise 5237 Türk Ceza Kanununun 285 nci maddesine göre suç. Aynı maddeye göre gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması da suç. Türk Ceza Kanununun 288 inci maddesine göre soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar‚ yargılamanın unsurlarını teşkil eden kişileri etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunmak da suç.

Bu kadar açık hükme rağmen savcı efendinin de göz yumması ile QTM’de her gün, sabahtan akşama, linç kampanyası yürütüldü, halen de devam ediyor bu kirli kampanya. Gizli olduğu gerekçesi ile savunma avukatlarına dahi verilmeyen deliller, Lağımsuyu gibilerin elinde, her gün pehlivan tefrikası gibi önümüze getiriliyor.

Soruşturma Savcı efendinin kontrolünde yapıldığından, hukuka uygunluğu sağlama yükümlülüğü de Savcı efendide. Soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiği, şüphelilerin kişilik haklarının korunmadığı, şüphelilerin suçları sabitmiş gibi topluma teşhir edilmelerinden dolayı; soruşturmayı yürüten Savcı hakkında HSYK'nın işlem yapması ve bu işlemin acele bir şekilde başlatılması gerekiyor ama kimi kime şikayet ediyorsunuz o da meçhul.
Aziz Başkan’ın dört günlük gözaltı süresinin ardından, savcılık tarafından mahkemeden çıkartılan yakalama kararının uygulanış şekli de ayrı bir suç. Gözaltı süresi dolduktan sonra, yakalama kararı ancak kişinin savcıya götürülmesi şeklinde uygulanabilir. Aziz Başkan’ın yakalama kararı ise kanunsuz olarak yeniden emniyette gözaltında tutulması şeklinde uygulandı.

Gelelim en can alıcı noktaya, bir savcı düşünün elinde çok sağlam kanıtları olduğunu iddia ediyor, bir emniyet düşünün, kerameti kendinden menkul köşe yazarlarına, İstinye’de ABD konsolosluğunda “hiç endişelenmeyin, en süper en güzel dört sekizlik operasyonu yaptık, tüm hazırlıklar tamam” diye açıklamalar yapıyor. Ve elinde çok sağlam delilleri olan bu zat-ı muhterem savcı efendi, sorguda şikeye başvurarak, İ. Akın’a “itiraf et seni bırakayım diye imza attırıyor, sonra mahkemeye sevk ediyor”. İ. Akın, avukatı aracılığıyla kendisine psikolojik baskı uygulandığını söyleyerek, ifadesini reddediyor. Şimdi soralım, “ey Savcı efendi madem elinde bu kadar kesin deliller var, bu adamların şike yaptığı ile ilgili, niye itirafa gerek duyuyorsun? İ. Akın ile neyin pazarlığını yaptın? İ. Akın’ı tutuklanması talebi ile mahkemeye sevk ettiğine göre, suçlu olabileceğine inandığın birisi ile sen itirafı imzala, seni bırakacağım şeklinde yaptığın pazarlık suç değil mi?

Bu hukuksuzluklar uzar gider...Eğer iddiaları doğru ise, savcı efendinin ve emniyetin sonuçlarını bildiğini iddia ettikleri maçlara kendileri veya yakınlarının bahis oynayıp oynamadığı, suç oluşacağını bilmelerine rağmen önleme görevlerini yapmayarak görevi ihmal suçu işleyip işlemedikleri (Şöyle düşünün, birisi cinayet işliyor, sonraki cinayetleri de biliyorsunuz ama 19 kişiyi öldürmesine göz yumuyorsunuz) hep sorgulanabilir...Biz iyisi mi son sözü söyleyelim...

Köyünde oturup duran küçük kıza kağıttan Fenerbahçe bayrağı yaptıran, 70’lik dedeleri nineleri sokaklara döken, dünyanın en sakin insanlarını öfkeden çıldırtan şey engizisyonunuza karşı adalet arayışımız.. Eğer, bu ülkede adaleti aramak ve sağlamak görevi bize düştüyse, orta çağ karanlığını ve engizisyonunuzu yıkmak bize düştüyse, sessiz kalmayacağız…

O adalet günü gelene kadar, kinimiz, hırsımız, öfkemiz asla dinmeyecek… Ve o gün geldiğinde, ne kaçacağınız bir delik ne de öfkemizden saklanabileceğiniz bir yer olacak.

Hesap vereceksiniz…

26 Temmuz 2011 Salı

Vurun Bakalım Yıkabilecek Misiniz?


Ekşi Sözlükten bir alıntı ile başlayalım, şu anda yaşanan süreci ve içinde bulunduğumuz ruh halini,  gücümüzü en iyi anlatan hikayelerden birisi ile. İlk okuduğumda gözlerim dolmasına neden olan bir alıntı ile...


"11 civarı evden çıkıyorum bugün. fenerium'lardan alışveriş günü. bende 20 lira var, o da yemek parası evden gelene kadar. 3 kuruşun hesabını yapmak lazım istanbul'da. malum; gurbette öğrenciyiz. 


maraton tribününün altındaki fenerium'un önünde buluşuyoruz arkadaşlarla. içeriye giriyoruz. arkadaşlar bir şeyler alıyorlar. ben de fotoğraf çekiyorum. içerisi çok sıcak. terliyorum, fotoğraf çekmeyi bırakıp dışarıya çıkıyorum. merdivenlere oturup bir sigara yakıyor ve çektiğim fotoğraflara bakmaya başlıyorum. tam o esnada ilkokul öğrencisi 7 - 8 çocuk toplanıyor önümde. bir tanesi içeri giriyor. 2 - 3 dakika sonra dışarıya çıkıp "top 20 liraymış. herkes verebildiği kadar para versin." diyor. pürdikkat izliyorum. hepsi cebinden paraları çıkartıyor. 7 - 8 lira civarı bir para topluyorlar. topu alamayacaklar. tam o sırada ufak tefek bir tanesi "takımımıza destek olmamız lazım, hepimiz eve gidip ailelerimizden para isteyelim." diyor.  o an doluyor gözlerim. çağırıyorum o ufaklığı, çıkarıp cebimdeki parayı veriyorum. diğer çocuklar da geliyor yanıma. "gidin, alın topu." diyorum. ilk başta kabul etmiyorlar. ben ısrar edince aralarından birisini yollayıp topu alıyorlar. 

ufaklık topladıkları parayı avuçlarına doldurmuş, bana uzatıyor. almıyorum. "al abi bu parayı." diyor. "almayacağım." diyorum. ben parayı almayınca yanıma merdivenin üstüne döküyor tüm parayı. "alın bu parayı, yoksa burda bırakacağım." diyorum. zar zor alıyorlar. teşekkür edip yanımdan ayrılıyorlar.  4 - 5 metre uzaklaşıyorlar. bir tanesi dönüp "fenerbahçe düşmanlarını yeneceğiz dimi abi?" diyor. "yeneceğiz tabii." diyorum. uzaklaşıyorlar.

2 damla yaş akıyor gözlerimden arkalarından bakarken. üzüntüden değil ama.  mutluluktan. 

çoğu insanın yıkılsın diye baktığı o ağacın köklerinin sağlamlığını görmenin mutluluğundan."

Merhaba

Aslında nereden ve nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Sanırım her şeyin başladığı tarih, 03 Temmuz 2011, yani o malum Kara Pazar günü. Sayın Başkanımız Aziz Yıldırım’ın teröristlere bile reva görülmeyen bir muamele ile, 20 polis ve kameralarla evinin basıldığı gün. O günden bugüne 23 gündür yaşanan hukuksuzluklar ve Kara Lale Pierre’in muhteşem tabiri ile QTM’nin linç kampanyası sonucunda artık dayanamadım ve yazmaya karar verdim; Facebook’ta, Twitter’da, antu’da, 12numara.org’da paylaşamaya çalıştığım görüşlerimi, isyanımı ve doğumumla genlerime kodlandığına emin olduğum Fenerbahçe aşkımı…
İlk olarak, kendisi futboldan nefret etmesine rağmen, şampiyon olduğumuzda ben sevindiğim için sevinen, bugün ise sırf ben üzülüyorum diye üzülen ve bu blog’un tasarımını yaratan, 12 senedir hayatımın en değerli parçası olan biricik eşim Fecir’e teşekkür ediyorum…
Tabii bir teşekkür de, bu hukuksuzlukları yaratan, bizi linç etmeye çalıştıkça yıkamayıp daha da güçlendiren, QTM’ye, Savcı efendiye ve mümtaz emniyet mensuplarına.. Onlar olmasaydı, ben bu blogu açmazdım